Bu hafta menüde baba oğul meselesi ve kendi yolunu aramanın hikayesi var. İBB Şehir Tiyatroları’nın 2023 sezonunda prömiyerini yapan Uçurtmanın Kuyruğu oyunu oldukça beğenildi.
Oyunun yazarı Savaş Dinçel. Yönetmeni ise daha çok başarılı sahne ve dekor tasarımları ile tanıdığımız, ödüllü bir isim Barış Dinçel. Konu baba oğul; yazar ve reji baba oğul. Buradan bile hikâye çıkartırım şimdi size.
Repertuvar tiyatrolarınca oldukça sevilen bir oyun Uçurtmanın Kuyruğu. Yıllardır farklı rejilerle çok kez sahneye kondu. Hatta bu sene Bursa Devlet Tiyatrosu’nda da eş zamanlı oynuyor. Tabi farlı ekip ve yönetmenle. Keşke onu da izleyip yönetmenlerin aynı metne bakış farklılıklarını da yazabilseydim. Biz şimdilik İstanbul ile yolumuza devam edelim.
Oyuna geçmeden fırsatını yakalamışken Savaş Dinçel’i anmak hepimize iyi gelecektir. Çoğunuz televizyon ekranlarındaki Ekmek Teknesi dizsinin Nusret Babası olarak hafızalarınıza kazımış olsanız da Savaş Dinçel çok önemli bir tiyatro insanı ve karikatüristtir. Dinçel’in 12 Eylül Darbesi sonrası İstanbul Şehir Tiyatroları ile ilişiği kesilmiştir. Darbe ile birlikte 1978 yılında Müjdat Gezen‘in yazdığı, resimlerini kendisinin yaptığı Çizgilerle Nâzım Hikmet kitabı nedeniyle bu ikili tutuklanır. 1983 yılında ‘‘Komünizm propagandası yapmak ve hükümetin manevi şahsiyetini tahkir etmek’’ iddiaları ile 21 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanmak üzere iki oyuncu, birbirlerine kelepçelenmiş halde, tek tip kıyafetle mahkeme salonuna getirilirler ve o an kayıtlara bir fotoğrafla geçer. Bir süre tutuklu kaldıkları bu davadan daha sonra beraat ederler. Dinçel yıllar sonra Şehir Tiyatroları’ndaki görevine de iade edilir. Karikatür sergileri açar, oyuncu olarak tiyatro sahnelerinde ve kamera karşısında film ve dizilerde yer alır, oyunlar yazar. İşte bugün bize misafir oyunu Uçurtmanın Kuyruğu’nu 1999 yılında yazar. Oğul Barış Dinçel oyun yazılırken de babası tarafından ilk kez sahneye konulduğunda da onun yanında en büyük ustasından el almış bir sanatçıdır. Bu yıl onun reji anlayışıyla seyirciyle buluşan oyunda en büyük hüneri olan dekor ve sahne tasarımı perde açılır açılmaz bir imza gibi karşımıza çıkıyor.
Oyunun iki oyuncusu da birbirinden yetenekli, Gün Koper ile Ali Yoğurtçuoğlu. Oyunun müzik ve efekt tasarımını Emrah Can Yaylı yaparken, kostüm tasarımı Gamze Kuş’a, ışık tasarımı ise Osman Aktan’a ait.
Oyunun prömiyeri geçen sene Nisan’da, ustanın doğum günü haftasında yapılmıştı. Ölümünün ardından her yıl, ustanın doğum gününde Savaş Dinçel Tiyatro Ödülleri verilmesi gelenekselleşti. 14 üncüsü geçtiğimiz yıl Şevket Çoruh’un tiyatromuza kazandırdığı Baba Sahne’de, Savaş Dincel Salonu’nda düzenlenen törenle yapılmıştı. Baba Sahne’ye gidenler bilir, merdivenlerden inerken seyirciyi perde arasından muzipçe selamlar Savaş Dinçel.
Perde açıldığında karşılaştığımız yetişkin bir erkek olan kahramanımız (Gün Koper), çocukluğunda babası tarafından yoğun baskı ve disiplinle yetiştirilmiş, varlık içinde yokluk ile büyütüldüğünü vasiyetle ona kalan mal varlığı ile öğrenmiş ama mevcut yaşantısını değiştirmek adına hiçbir harekette bulunmamış tam bir kaybeden. Hayatında çıkış bulamadığından kendini öldürmeyi düşünüp, veda mektubunu yazdığı sırada çalan kapıyla oyuna dahil olan ikinci karakterimiz ise kıpır kıpır, hayatın içinden, yaşayan bir misafir (Ali Yoğurtçuoğlu). Oyunun bitişine kadar olan süre boyunca sahnede olacağını vurgulayan misafir, kendinden bezmiş karakterimizin hayatının tüm detaylarına hakimdir. Birlikte bu eylemsizlikten çıkışın yollarını ararlarken geçmişin hesaplaşmaları da devam eder. Psikanalitik bir okuma için bulunmaz fırsatlar sunan bir metin Uçurtmanın Kuyruğu. Baba fiziksel ölmüş olsa bile zihninde onu öldürememiş erkek çocuğun dünyasındaki sıkışmışlık apaçık gözler önündedir. Freud babaya buradan selam olsun.
Yönetmen bu okumayı iyi yapmış ve çok sayıda detayla olanakları değerlendirmiş. Aynı kadehten içilen viskiden, koltukta oturma üzerine yapılan konuşmalara, kıyafetlerin seçiminden, değişimine, dansa kadar fazlasıyla ince işçilikler var oyunda. Dekorun metine hizmet etmesi ise Barış Dinçel’in bu konudaki ustalığı kadar konuya hakimiyetinden de kaynaklanıyor sanırım. İçine doğru yıkılmış bir ev, sıkışmışlık, eskilik, tabutu andıran kapı, iktidarın temsilcisi koltuk ve daha birçok detay. Keşif yolculuğunuzda birazını da sizin düşünme ve hayal gücünüze bırakıyorum. Ama duvarda aslı babanın portre fotoğrafı olarak Savaş Dinçel’in seçilmiş olması, oyun boyunca sahnede bizimle kalması çok hoş bir selam olmuş ustaya. Işık tasarımı da oldukça başarılı, bize günün hangi zaman aralığında olduğumuz bilgisini verirken atmosferi sessizce oluşturmaya, duyguların altını çizmeye yardım ediyor. Müzik seçimleri de yap boz içindeki yerini hissettirmeden tamamlıyor. Kostümler bu metin için çok önemli. Yaşamında hiçbir şeyini değiştiremeyen kahramanımızın kıyafetleri demode, kahverengi, sıkıcı ve üstüne büyük geliyor. Oysa gelen misafirin giyimi çağdaş ve renkli, kıpır kıpır.
Kim bu misafir? Zaman ilerledikçe fikirler oluşmaya başlıyor, değişim isteği, tutmayan frenler, saklı kalmış arzular, derken atılan düğümler çözülmeye başlıyor. Hüzünlü bu yaşama, kızdığınız anlar kadar güldüğünüz yerlerde epey fazla. Bu da rejinin akışkanlığı kadar oyuncuların üslup birliği ile sergiledikleri çok iyi oyunculuk performanslarından kaynaklanıyor. Ve Gün Koper de Ali Yoğurtçuoğlu da alkışı sonuna kadar hakkediyorlar. İç hesaplaşmaların sonuna geldiğimizde misafirin gitme zamanı da geliyor. Seyircinin kucağına kendisiyle ilgili soruları bırakarak bitiyor oyun.
Uçurtmanın kuyruğundaki özgür kişi olmak isterken acaba çoğumuz ayakları yere basan, uçurtmanın ipini tutan kişiler miyiz? Belki de biz uçuyoruz peki ipler kimin elinde?